Enter your email address below and subscribe to our newsletter

Gastronomi Hikâyeleri #2 – İblis Aşçı ile Anlaşma

Share your love

Soğuk bir kış akşamında İstanbul sokaklarında yalnız yürüyen genç bir adam.

İblis Aşçı ile Anlaşma” ile gastronomi hikâyeleri serisinin karalık yolculuğuna kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bu kez öykümüz, kışın kasvetli sokaklarında şöhret arayışına düşmüş genç bir gastronomi öğrencisinin yolculuğunu konu alıyor.

Lanetli bir tarifin ardına gizlenmiş paslı bıçak ve cehennemin sesini taşıyan bir iblis…

Eğer hazırsan “İblis Aşçı ile Anlaşma” başlıyor!

Bölüm 1: Pastaneye Kanlı Ziyaret

İstanbul’da zeminde kan ve cam parçaları bulunan bir pastanenin siyah beyaz görüntüsü.

İstanbul son zamanlarda oldukça soğumuştu. Öyle ki yıllar sonra gelen ilk kar taneleri pastanemin camlarına tatlı tatlı vuruyordu.

Ben ise hiçbir müşterinin olmayışıyla bu güzel manzarayı seyrediyordum. Fakat huzurum pek uzun sürmemiş ve dükkanımın kapısı aralanmıştı.

Şimdi ince kıyafetleriyle bir genç karşımdaydı. Hızlı bir süzüşün ardından gencin öğrenci olabileceğini düşündüm.

Bu nedenle tüm şefkatimle “Merhabalar, genç beyefendi! Küçük pastanemizden güzel bir kek dilimine ve sıcacık bir çaya ne dersiniz?” dedim.

Fakat bu teklifimi pek beğendiğini sanmıyorum. Nereden anladığımı soruyorsanız şöyle ki; genç adam yüzüme doğru garip bir şekilde bakıyor ve ceketinin altında elini kıpırdatıyordu.

50 yıllık tecrübelerim, başıma bela aldığımı söylüyordu. Bu saçma durumdan kurtulmak adına “Peki… Size nasıl yardımcı olabilir?” diyerekten keskin bir hamle yaptım.

“Birkaç pasta mumu… Kartla ödeyeceğim” dedi genç titreyen bir sesle. İşler daha da garipleşiyor ve ortam daha da geriliyordu.

Hemen alt çekmeceyi çektim ve renkli doğum günü mumlarını gence uzattım: “Bunlar müessesemizin ikramıdır, lütfen!” dedim son bir çabayla.

Hani insan öleceğini hisseder ve son bir çaba sarf eder ya… Galiba benimki de ondandı.

Kafasını hafifçe salladıktan sonra bana doğru atılan gencin belli ki mumdan fazlasına ihtiyacı vardı.

Paslı bıçak ve cam kırıklarının arasından yayılan kan…

Gözlerimi kapamadan önce duyduğum son sözler ise şöyleydi: “Buna gerçekten gerek var mıydı?”

“Sana diyorum Abgor! Buna gerçekten gerek var mıydı, ha? Bu adamı öldürmemin tarif için ne faydası olacak?

Sadece benden istediğin mumları alacak ve o harika tarifi… Ahh, konuşsana lanet olası iblis aşçı!” dedi gözü dönmüşçesine Kerem.

Yaptığının şokunu hâlâ atlatamamış olan genç, pastanede bir ileri bir geri gidiyordu. Dışarıda ise yeni başlayan kar yağışı şiddetlenmişti.

“Sakinleşmelisin beyefendi Kerem! Bak istersen şuradan kendine sıcak bir çay da doldurabilirsin. Ne, yoksa aptal ölümlü beynini çalıştırıp işimize devam mı etmek istiyorsun?

Güzel. O zaman şu mumları kap ben de cesetteki şeker tadındaki ruhu çekeyim. Biliyorsun ki tarifi tamamlamak uğruna kasaba, manava ve pastaneye uğradık.

Bir de sakın bir daha sızlanayım deme! Unutma ki sana şöhret ve güç getirecek tariflerim için sözleşme imzaladık.” dedi Abgor isimli iblis aşçı.

Bu sahneden anlarız ki Kerem adlı bir gastronomi öğrecisi, idealleri uğruna Abgor adlı aşçı bir şeytanla anlaşma yapmıştı.

Peki birçok dükkanı kana bulayan Kerem ve paslı bıçağının sıradaki durağı neresiydi?

Bölüm 2: Antikacının Son Hediyesi

Loş bir antikacı dükkânında ortada bir bıçak kutusu

Hava tahminlerinde İstanbul için kar uyarısı geçmişti.

“Vay be! Yıllar sonra şöyle güzel bir kar manzarası görmek harika olacak.” diyerek antika dükkanımı açmaya koyulmuştum.

Kar güzel bir nimet fakat şu titreten soğuklar olmasa herhâlde daha keyifli olurdum. Şu kadarcık soğuğun ihtiyar bedenimi aşırı derecede etkilemesi gerçekten acınasıydı.

“Yaşlandık be Akif! Hani nerede o eski gençlik hallerim… Neyse önümdeki antikalar en azından bana ölene kadar genç hissettirecek.” diye söylendim ve son hazırlıkları tamamladım.

Burası her türden eşyalarıyla birçok insanın uğrak noktasıydı. Fakat son zamanlarda gözle görülür şekilde müşteri kaybetmeye başlamıştım.

İlk zamanlarda araştırmış ve soruşturmuş olmama rağmen bir gerekçeye ulaşamamıştım. “Belki de emekli olmam için melekler bana işaret veriyordur.” diye düşündüm.

Ancak sağlım el verdiği sürece meleklerin sözlerine kulak asmayı planlamıyorum. Bu yüzden inadına her gün aynı saatte dükkanımı açmaya devam edeceğim.

Bak İşte genç bir müşteri yaklaşıyor!

“Merhabalar efendim. İsterseniz kendinizi hemencecik tanıtın ve size ihtiyacınız olanı takdim edeyim.” diyerek atıldım.

Bu ani girişten her ikimiz de afallamıştık.

“Sana da merhaba amca! Kusura bakmayasın fakat aklımda bir şey satın almak yok. Olsa bile öğrenci adamın hâli bu antikalara yeter mi?

Sadece mutfak dersimden sonra kafamı dağıtmak için dükkanları dolaşıyordum. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim.” dedi Kerem adlı genç.

Oldukça kalın kıyafetlere sahip olan genci süzdükten sonra aklımda ani bir düşünce belirdi.

“Vay, demek gelecekte şef olacaksın. İyiymiş, sen şu TV’deki yarışmalara filan da girersin. Neyse parayı filan boş ver genç adam!

Tam senin gibi bir gastronomi öğrencisine yaraşır bir bıçağa sahibim. Hem de bedava!” diye kendimi bile şaşırtan bir teklifte bulundum.

Başımda git gide artan bir ağrı vardı. Belki de soğuk havalar bu ihtiyara artık fazladır diye aklımdan geçirdim.

Ancak hâlâ eksik parçalar olduğunu hissediyorum. “Teşekkür ederim amca. Sizin gibi kibar bir beyefendiden gelen hediyeyi kabul etmeyecek değilim.” diye karşılık verdi Kerem.

Bedenim yaşına göre hızlıca içeriye yönelmiş ve arka raflardan bir kutuyu kapmıştı. Sanki bir replik ezberlemiş ve kaderin kuklaları olarak bir tiyatro sergiliyor gibiydik.

Çünkü durup dururken müşteriye ücretsiz, benim bile bilmediğim bir bıçak veriyordum. Genç ise teklifimi hiç şaşırma emaresi göstermeden kabul ediyordu.

Belki de 3 kişilik bir tiyatro… Şu lanet baş ağrısı olmasaydı düzgünce düşünebilirdim.

Neyse işte genç uzaklaşıyor. Garip…

Dükkanım neden birden bu kadar sıcak hissettirmeye başladı?

Bölüm 3: Paslı Bıçak

Kirli bir mutfakta tezgâha saplanmış paslı bir bıçak, kırmızı bir birikinti ve buğulu pencere.

Bugün yaşadıklarıma gerçekten anlam veremiyorum. Daha sabahleyin derste şefle tartışmış ve sınıftan atılmıştım.

Fakat o anki duygularım kişisel sorgulamalarımla gelecek kaygılarım ile sınırlıydı.

Şimdi ise ceketimin altında sakladığım paslı bir bıçak ve Abgor’un verdiği dayanılmaz sıcaklıkla dükkan dükkan geziyordum.

Belki de şu köşede biraz dinlenip düşüncelerimi toparlayabilirim. Haydi Kerem, yaşadıklarını hatırla!

Evet, dersten atıldıktan sonra kafamı dağıtacak bir şeyler arıyordum. Son zamanlarda yaşadığım başarısızlık hissi ve depresif duygular dayanılmaz bir noktaya gelmişti.

Ayrıca okuldaki birçok olumsuz olayı da üstüne eklersek delirebileceğimi bile düşünmekteydim. İşte tam bu noktada antikacı amcanın yaptığı güzel jest ortaya çıkmıştı.

İnsanlar suratıma küfredercesine bakarken tanımadığım rastgele bir adam bana bir hediye sunuyordu. Hediye!

Bu nedenle herhangi bir sorgulama yapmamış ve bu nazik teklifi kabul etmiştim. Eve uğradığımdaysa hızlıca paketi açmaya koyulmuştum.

İşte antikacıdan aldığım eşya karşımdaydı: Paslı bir bıçak. Sonrasını şu an bile net olarak hatırlayamıyorum. Belki Abgor hatırlıyordur.

“Hey Abgor! Neden seninle tanıştığım zamanı net olarak hatırlayamıyorum? Öğlenden beri tüm görevlerini yerine getirdim ama halen bahsettiğin o harika tarifi yapmaktan çok uzağız.

Kasaptan bileyici, manavdan fesleğen, pastaneden mumlar… Tüm bunlar ne anlama geliyor lütfen artık açıkla. Yalvarırım.” diyerek Abgor’a seslendim.

Fakat Abgor son bir saatte olduğu gibi benden saklanmaya devam ediyordu. Öyle olmalı sonuçta bunaltıcı sıcaklığını hissedebiliyorum.

Sadece biraz daha sabırlı olmalı ve Abgor’u beklemeliyim. Saatler geçse de sabredebilirim.

Karın şiddeti artırmış olsa bile her şeyi düzeltecek o tarifin uğruna ne gerekiyorsa yapacağım.

Bu yüzden son kez şöyle bağırdım:

“Bu tarif için paslı bıçağımla birçok ruh topladım. Gel artık ve imza tarifimi sonlandıralım!”

Son Notlar

Kirli bir mutfakta tezgâha saplanmış paslı bir bıçak, kan ve buğulu pencere.

Sevgili okuyucum, gastronomi hikâyeleri serisinin ikinci öyküsünün de sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Kerem’in bir tarif uğruna iblis aşçı ile girdiği bu karanlık yolculuk umuyorum ki senin de zihninde derin izler bırakmıştır.

Öyleyse Cafer Can Yeşilyurt’un gözünden karanlık gastronomi dünyasını keşfetmeye devam et!

Gastronomi Hikâyeleri serisinin tamamına buradan ulaşabilirsin.

Faydalı Kaynaklar

  1. Turkey Snow
  2. Gothic Fiction
  3. Psikoz Nedir?
Share your love

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Stay informed and not overwhelmed, subscribe now!