Sinema perdesi önünde zıt sınıflara ait bir yemek masası

Yemek, insanı anlatmasıyla temel bir ihtiyaçtan fazlası olmuş ve bir toplumsal eleştiri aracı olarak kullanılmıştır.

İnsanlığın görsel sanatlar alanındaki en etkili aracı sinema ise tam da burada karşımıza çıkar.

Bu güçlü araç sayesinde günümüzde birçok harika filmin yemekler üzerinden sundukları mesajlara ulaşabiliyoruz.

Bugünkü yazıma dönecek olursam sizlere sekiz çarpıcı filmin toplumsal eleştiride nasıl kullanıldığını anlatmak istiyorum.

İnceleyeceğim filmler “Parasite, Schindler’s List, Seven Samurai, City of God, Django Unchained, Oldeuboi, 3 Idiots ve There Will Be Blood” olacaktır.

Öyleyse sinema ve gastronomi tutkunları, hadi başlayalım!

Not: Filmlerdeki temel mesajları incelerken spoiler vermem kaçınılmaz oluyor.

Not 2: Kullanılan görseller filmlerin ruhunu yansıtmak amacıyla yapay zeka ile üretilmiştir. Yani doğrudan filmden alınmamıştır.

Parasite (2019) – Sofraların Altındaki Sınıflar

Parasite filminde sınıf farkını simgeleyen lüks noodle ve bodrum katındaki pizza

Bong Joon-ho’nun 4 Oscar ödüllü Parasite filmini bitirdiğimde kendime “Aslında bu filmi bir yerde izlemiştim.” demiştim.

Bu düşüncenin temel nedeni büyük ihtimalle eşitsizliğin her geçen gün artığı bir sahnede oluşumuzdaydı.

Tabii ki de Parazit (2019) bana tanıdık gelecekti!

Ve bu özel film üstüne üstlük tüm unsurlarıyla sınıf ayrımını muazzam şekilde gösteriyordu.

Sınıfsal Farkların Tabakta Vücut Bulması

Film, evin zengin sahipleri Park ailesine ve Ki Taek’in fakir ailesine odaklanır.

Bir tarafta Park ailesi lüks yemeklerle beslenirken diğer tarafta Ki ailesi bir kutu pizza ile günü geçiştirmektedir.

Başka bir çarpıcı örnekse Ram-Don (Jjapaguri) sahnesinde karşımıza çıkar.

Sahneyi çözümlediğimizde noodle ve sığır eti birleşimiyle oluşan bu lüks versiyondan kendimize ders çıkarabiliriz.

Öyleyse sizlere son olarak şunu sormak istiyorum:

Zengin sınıfın altında kalıp hayatlarınızı bu sınıftan koparabildiklerinizle mi sürdürüyorsunuz?

Belki de çoğumuz Ki Woo gibi pembe hülyalar içerisinde hayatını sürdürüp gidiyordur.

Schindler’s List (1993) – Aynı Ülke Ayrı Yaşam

Dikenli tellerin ardındaki bir ziyafet masası ile Schindler’s List filmi temsili

Steven Spielberg’in Schindler’in Listesi filmi insanlığın en karanlık dönemlerini yüzünüze çarpan bir şaheserdir.

Filmin siyah-beyaz anlatım şekli, Nazi hükümetiyle hayatları mahvolan Yahudilerin yaşadıklarını daha da çarpıcı kılmıştır.

Aynı ülke, eski komşular…

İnsan yaşamının değer terazisinde olmadığı bir dünya dileyip filme biraz daha odaklanalım.

Kıtlığının Spesifik Bir Kimliğe Atfedilmesi

Liam Neeson’in canlandırdığı Oskar Schindler’in girdiği ortamlar ve Yahudilerin hâli tamamen bir zıtlık içerisindedir.

Öyle ki film süresince Yahudilerin bir kase yemek için yaşadıkları aşağılanma ve Nazilerin umursamaz yemek masaları bizlere geçmişi tekrardan sorgulatır.

Bir dilim ekmek ile pahalı bir şarap; sınıfsal ve etnik kimliği özetlemeye yetmiştir.

Seven Samurai (1954) – Pirincin Sunduğu Onur

Seven Samurai (7 Samuray) filminde fakir köylülerin samuraya pirinç sunması temsil ediliyor.

Listemdeki en eski film olan Akira Kurosawa’nın 7 Samuray’ı bana açlığın getirdiği çaresizliği en saf haliyle gösterdi.

Bu filmde mahsullerinden olan sefil köylüler ile 7 samurayın yaşadıklarına odaklanırız.

Güç bela bulunan samuraylar ve köylüler arasındaki ilişki çoğu zaman sofranın başında sessizce şekillenmiştir.

Yemek: Saygının da Aşağılamanın da Göstergesi

Filmde köylüler açlıklarını darı yiyerek bastırırken samuraylara değerli pirinçlerini sunarlar.

Pirinç ile ödeme alan samuraylar ve diğer tarafta aşağının da aşağısını yiyen köylüler…

Bu olay o dönemin yiyecekler üzerindeki en net toplumsal eleştirilerinden biridir.

Bunun nedeni ise pirincin burada sadece besin olmaktan öte bir kimlik belirleyici olmasındadır.

Dolayısıyla finalde samurayların kayıpları ve köylülerin yeni kimlikleri düşünüldüğünde filmin etkisi bir kat daha artar.

Peki yemek ögesinin bir halkın onurunu nasıl tartışmaya açacağını daha öncesinde düşünmüş müydünüz?

City of God (2002) – Karnı Aç, Şarjörü Dolu Gençler

City of God filminde çocukların şeker için dükkan soyduğu sahne tekrardan canlandırılmaya çalışılıyor.

Brezilya-Fransa ortak yapımı olan Tanrı Kent (Cidade de Deus) filmi izlediğim en sert eserlerden biriydi.

Çocukların oyuncak yerine silahla büyüdüğü bir mahallede tabii ki de yemek yalnızca yemek olmakla kalamazdı.

Yemeği elde ederken ki şiddet de seyirciler için en can alıcı noktalardan biriydi.

Yemek Yerine Geçen Nesneler

Filmde yoksulluk ve çöküş uç bir seviyededir; yeri gelir el kadar çocuklar şeker almak için bir dükkanı yağmalar.

Böylece hayatı hiçe sayan ve ne için savaştıklarını unutan bir avuç çocuk görürüz.

Filmin muazzam toplumsal eleştirisi gözler önündedir.

Ve City of God’ın mesajı nettir:

Çocukların karınları mermi değil, aile sofrasındaki sıcak yemekleri görmelidir.

Django Unchained (2012) – Yemek Masasından Gelen Mesaj

Lüks bir malikâne ve pamuk tarlasıyla Django Unchained filmindeki mesajlar iletiliyor.

Quentin Tarantino’nun en sevdiğim filmlerin biri olan Oscar’lı Django Unchained’den çıkarılacak dersler vardır.

Bu filmle beraber Amerika’nın beyaz üstünlüğünü kabul ettiği dönemler gözler önüne serilir.

Ayrıca yemek masalarının düzeni, Django’nun ilk birası gibi birçok detay ile Django Unchained sistemleşmiş bir ahlaki çarpıklığı gösterilir.

Şeker ve Güç: Sofranın Irkçı Organizasyonu

Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Calvin Candie karakteri, Stephen’a emir verir.

Böylece artık Django’ya da masada bir yer vardır.

Bu durum Candyland sakinlerini şoke etmeye yetmiştir.

Özetle buradaki toplumsal eleştiri, o zamana dek kölelerin yemek masasında değil; hizmette bulunmasındadır.

Bir beyaz ile bir kölenin aynı masada yer alabilmesi geçmişteki bu dönem için sıra dışı bir olaydır.

Peki Django Unchained‘ı izledikten sonra kendimize şunu mu sorarız:

Gerçek eşitlik herkes sofraya oturduğunda mı başlar?

Oldboy (2003) – Mantıyla Gelen Anılar

Oldboy filmindeki Çin mantısı (dumpling) ile hapishane geçmişinin izi sürülür.

Park Chan-Wook’un yönettiği İhtiyar Delikanlı (Oldeuboi) filmini ilk gördüğümde sersemlemiştim.

Ancak bu bölümde içerdiği toplumsal eleştirilerin dışında Oldboy için farklı bir konudan bahsetmek istiyorum.

Bu konu yemeğin yalnızca besin olmadığı; kimlik, intikam ve hafızayla bağlanan bir kültürel öge olmasıdır.

Dumpling (Çin Mantısı): Yediklerimizde Kalan Geçmiş Kırıntıları

Ana karakterimiz Dae-su Oh yıllarca bir hücrede intikam kurbanı olarak tutulmuştur.

Yıllar geçer ve Dae-su Oh için planlanan son görev zamanı gelip çatar.

Salınan karakterimizin neden hapsedildiğini ortaya çıkarmak için yaptığı ilk şey Dumpling (Çin mantısı) yemektir.

Filmin bir diğer güzel detayı da zengin kötümüzün anlamamı sağladığı yemeğin geçmişe açılan bir kapı sunuşu olmasıydı.

Peki sizlerin anılarınızı hangi tatlar mühürlüyor?

3 Idiots (2009) – Sınıf Savaşında Hayallerinin Peşinden Gitmek

3 Idiots filminde sınıfsal farkları aşmaya çalışan 3 genç, sahildedir.

Ülkemizde popüler olduğunu gördüğüm, Aamir Khan’ın da rol aldığı 3 Aptal (3 Idiots) filmiyle devam ediyorum.

3 Idiots içerdiği komedi unsurları ile izleyicilerini oldukça güldürmeyi başarır.

Ancak bu eseri tanımlarken yalnızca bir komedi filmi olduğundan bahsedemeyiz.

Bunun nedeni, 3 Idiots‘ın Hindistan’daki Kast Sistemi’ne oldukça güzel dokundurmalar içermesinde saklıdır.

Sonuç olarak sınıf atlamayı imkansızlaştıran ve insani duyguları bir tarafa iten bu sistem açıkça acımasızlıktır.

Kast sistemin öğrenciler üzerine uyguladığı baskı ise 3 Aptal’ın ana noktasıdır.

Sınıflar Arası Uçurumda Yemeğin Yeri

Bir gün Rancho ve Farhan karakterleri arkadaşları Raju’nun evine gider.

Burada Raju’nun üzerindeki gelecek baskısını rahatlıkla görmüş oluruz.

Tabii ki bu sahneyi asıl akıllarda kalıcı hâle getiren şey ailenin yemekleri sunuş tarzı olmuştur.

Başka bir önemli sahnede ise 3 arkadaş, zengin bir ailenin düğün törenine sızar.

Bu sahnede de izleyiciler için bolca sınıfsal eleştiri mesajları bulunur.

Velhasılıkelam aktarımlarını akıcı komedi ritmi ile harmanlayışı 3 Idiots filmini toplumsal eleştiri alanında ayrı bir seviyeye taşımıştır.

There Will Be Blood (2007) – Petrol ve Milkshake

Petrol çıkarım sahasındaki bir masada duran çilekli milkshake, There Will Be Blood filmindeki Daniel Plainview karakterine gönderme yapar.

Yeri bende apayrı olan bir diğer film There Will Be Blood (2007)‘tan da kısaca bahsetmek istiyorum.

Bu film bana sinemanın harika yönlerini bir kez daha gösterebilmişti.

Zaten başrolünde Daniel Day-Lewis’in yer alışı ve mükemmel oyunculuk performanslarıyla bu sonuç pek de şaşırtıcı değildi.

Milkshake: Acıma mı İntikam mı?

Filmin meşhur repliği “I drink your milkshake!” popüler kültürde yer edinen milkshake’i kullanır.

Bu sahnede Daniel Plainview karakterinin intikam ve öfke duyguları muhteşem bir şekilde ifade edilir.

Gerçekten de bir yiyeceğin betimleme alanındaki bu derecede harika kullanılışı takdire şayandır.

Ayrıca petrol üzerinden dönen sınıf çatışmalarını da anlatan bu muhteşem filmi izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

Son Sözler

Sınıfsal ayrımı temsil eden uzun bir yemek masası ve arkada duran bir sinema salonu.

Yemeğin her insan için farklı bir anlam yarattığı bu dünyada nesnel kalmasını bekleyemeyiz.

Kimimiz için “güvenli alan” olan sofra kimimiz için hayatta kalma savaşının ta kendisidir.

Dolayısıyla bu sekiz filmi incelerken toplumsal eşitsizlik, açlık ve mücadele gibi kavramlara yoğunlaştım.

Sonuçta bir tabak yemek sadece tariflerin sonucu değil; geçmişin ve sistemin gölgesinde pişen bir kimlik idi.

Cafer Can Yeşilyurt’un en kişisel yazısı olan Gastronomi Öğrencisinin Anıları – 2. Sınıf Biterken“i keşfet!

Cafer Can Yeşilyurt

Faydalı Linkler