
Yapay zekanın 21. yüzyılda mutfağa girişi artık bilim kurgu değil, gündelik bir gerçekliktir.
Öyle ki pizza yapan robotlar ve otomatik sos istasyonları gibi birçok verimlilik aracı, restoranlarda faaliyet göstermektedir.
Tüm bu yenilikler yeme içme sektöründe işlevselliği artırmayı ve maliyetleri düşürmeyi vaat ediyor.
Anlayacağınız artık 30.000 çalışanı sadece Amazon değil, Michelin yıldızlı restoranlar da kovacak gibi duruyor. 🙂 (Biraz mizahi bir tahmin olsa da)
Ancak felaket tellallığı yapmadan önce temel bir psikolojik soruyu kendimize sormalıyız:
Makine elinden çıkan yemekler, bir insan elinden çıkan kadar sevebilir mi?
Tam da bu derin soruya Ethan Pancer ve meslektaşları, “Robots in the Kitchen: The Automation of Food Preparation in Restaurants and the Compounding Effects of Perceived Love and Disgust on Consumer Evaluations” ile yanıt aramıştır.
Araştırmanın amacı, gastronomi otomasyonun tüketici psikolojisi üzerindeki şaşırtıcı etkilerini ortaya koymaktı.
Gemini, ChatGPT, Microsoft Copilot ve diğer sayısız yapay zeka uygulamasının hayatımıza dahil olduğu günümüzde bu makaleyi özetleyen bir yazı kaleme almak istedim.
GastroCafer, yeni yazısıyla restoranlarda robot kullanımının yemek algımızı nasıl kökten sarsabildiği inceleyecektir.
Cafer Can Yeşilyurt, keyifli okumalar diler! 😉
Kısa Not: Otomasyon, Oxford Languages’te “Sanayide, yönetimde ve bilimsel, teknik işlerde insan emeği olmaksızın, işlerin otomatik işleyen araçlarla yapılması.” olarak tanımlanmıştır.
Tüketici Psikolojisi ve Yemek: Mesele Karın Doyurmak mı?

Anthony Bourdain’in belirttiği gibi: “Yemek, olduğumuz her şeydir.
Milliyetçi duygunun, etnik duygunun, kişisel tarihinizin, eyaletinizin, bölgenizin, kabilenizin, büyükannenizin bir uzantısıdır.
En başından itibaren bunlardan ayrılamaz.”
Anthony Bourdain’in sözlerinden yemeğin yalnızca bir biyolojik bir ihtiyaç değil, aynı zamanda duygusal bir kimlik alanı olduğunu da öğreniriz.
İlgini Çekebilir: Yemek Kültürü ile Bir Film İncelemesi
Bu nedenle insan eliyle hazırlanan yemekler, çoğu kültürde samimiyet ve yoğun emekle özdeşleşir.
“Robots in the Kitchen”nın temel odağı da tam olarak bu kültürel ve duygusal bağdır:
Mutfakta robotların artan varlığı, insanların gıdayla kurduğu duygusal bağı ve lezzet algısını nasıl değiştiriyor?
Dört Deney, Tek Soru: Makine Eli Değerse Lezzet Eksilir mi?

Pancer ve ekibi, farklı gıda türleri ve otomasyon senaryoları üzerinden 4 deney gerçekleştirmiştir.
Katılımcıların otomasyonla hazırlanan yiyeceklere yönelik algıları, tatmin düzeyleri ve ödeme istekleri, bu 4 deneyde gözlemlenerek çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır.
Ortaya çıkan 2 temel bulgu ise şu şekildedir:
- Otomasyon, tüketicilerin yiyeceği daha az lezzetli ve daha az “sevgiyle yapılmış” olarak algılamasına neden oluyor.
- Katılımcılar, robotlar tarafından yapılan yemeklerde “iğrenme” hissiyatının da arttığını bildiriyor.
Çift Yönlü Psikolojik Bulaşma (Dual Contagion Effect)

Araştırmanın en kilit noktası sevgi eksikliği ile iğrenme/tiksinti hislerinin aynı anda ve zıt yönlerde çalışmasıdır.
Araştırmacılar bu durumu “çift yönlü psikolojik bulaşma” olarak adlandırıyor:
1. Olumlu Bulaşmanın Engellenmesi
Bir tabak yemeğin “sevgiyle yapılmış” hissi aslında insan emeğine atfedilen sembolik bir duygu aktarımıdır.
Annenin çocuğu için pişirdiği mercimek çorbası, şefin özenle hazırladığı tabak ya da bir dost sofrası…
Hepsi aslında “insan dokunuşu” sayesinde sıcaklık ve samimiyet taşır.
Oysa soğuk metalden bir robotun hareketleri mekaniktir ve duygusal bağ kurma kapasitesi elbette yoktur.
Bu yüzdendir ki makineyle hazırlanmış yemeklerde “sevgi bulaşması” gerçekleşmez ve son çıktıda tüketicinin yüklediği duygusal anlam zayıflamış olur.
2. Olumsuz Bulaşmanın Güçlenmesi (Ahlaki Tiksinti)
Araştırmadaki ikinci bulgunun oldukça ilginç olduğunu düşünüyorum:
Çağrışan iğrenme hâli yalnızca fiziksel hijyenle ilgili değil, ahlaki temelli bir tiksintiden de kaynaklıdır.
Örneğin bir restoranın tamamen robotlarla çalıştığını duymak, bazı tüketicilerde “çalışanların işini kapma” tarzı düşünceler uyandırabilir.
Böylelikle müşterilerde yemeğe yönelik duygusal bir reddediş gerçekleşir.
Yani tiksinti sadece robotlardan değil, o robotun arka planındaki niyetten de kaynaklanıyor.
İlgini Çekebilir: Bilinçli Tüketici Nasıl Olunur?
3. İyileştirici Bulaşma: Niyetin Açıklanması
“Robots in the Kitchen” bu iki olumsuz etkinin özünde tamamen kaçınılmaz olmadığını da gösteriyor.
Öyle ki dördüncü deneyde otomasyonun amacına dair tüketici doğru bilgilendirilirse yeme algısının da değişebileceği anlatılıyor.
Eğer hedef restoran, hijyen sağlamak ya da hizmet hızını artırmak için robotları kullandığını açıkça belirtiyorsa tiksinti duygusu belirgin şekilde azalıyor.
Buna karşın “maliyetleri düşürmek, hisse fiyatlarını artırmak” gibi firma merkezli nedenler vurgulandığında ise olumsuz duygular daha da pekiştiriliyor.
Anlayacağınız çözüm teknolojinin varlığında değil, teknolojinin samimi şekilde pazarlanan hikâyesindedir.
Geleceğin Mutfağı: Robotlar ve Şefler Nasıl Ortak Çalışır?

21. yüzyıl mutfaklarında robotları tamamen dışlamak artık gerçekçi bir beklenti değil.
Ancak otomasyonun olumsuz izlenimini minimize etmek için insan-robot işbirliğine (Co-bot) dayalı hibrit mutfak modelleri gerekiyor.
Restoranlar, “çift yönlü psikolojik bulaşma” etkisini tersine çevirirken 3 örnek strateji uygulayabilir:
1. Geri Sahne/Ön Sahne Ayrımı
Robotlar, insanla duygusal bağ kurmanın en az olduğu düşünülen mutfağın arka sahnelerinde kullanılabilir.
Sebze doğrama, sos karıştırma gibi tekrarlayan ve “sevgi” beklentisinin asgari olduğu işler örnek gösterilebilir.
2. İnsan Dokunuşunu Koruma
Lezzet testi, baharat ayarı, tabak sunumu (plating) gibi yemeğe “sevgi” ve “özen” kattığı düşünülen son adımlar mutlaka insan şefin sorumluluğuna bırakılmalıdır.
3. Hikayeleştirme (Storytelling)
Gastronomi otomasyonun amacı maliyeti düşürmek değil, şefin yaratıcılığını ve zamanını daha değerli işlere yönlendirmesini sağlamak olarak anlatılmalıdır.
Bu yaklaşım teknolojiyi insana rakip değil, insan yeteneğini yükselten bir araç olarak konumlandırır.
Böylece tüketicinin hem verimlilik beklentisi karşılanırken hem de duygusal bağ ihtiyacı da tatmin edilmiş olur.
Özetle geleceğin mutfaklarında insan kalbi ve robotik hassasiyetin dengesi tutturulmak zorundadır.
Tüm bu bulgular ışığında lezzetin geleceği üzerine düşünmek gerekiyor.
İlgini Çekebilir: Gastronomi Hikâyeleri
Son Sözler

Gastronomi sektöründe otomasyon hızla yayılıyor ancak Ethan Pancer ve ekibinin de gösterdiği gibi lezzet yalnızca teknik bir çıktı değildir.
Robotlar mükemmel pişirme yapabilirken “sevgiyle yapılmış yemek” hissini ise henüz üretemiyor.
Belki de geleceğin mutfakları, insan kalbinin ritmiyle robot kolundaki hassasiyetin birleştiği noktada doğacak.
Robotlar zaman kazandıracak, insanlar ise anlamı koruyacak.
GastroCafer olarak yaşadığımız bu dönüşümü bir rekabet olarak değil, insan ve makinenin birlikte çalışabilecekleri uyum arayışı olarak görüyoruz.
İster robot ister insan eliyle, gastronomi yazılarına yeni bir soluk getiren GastroCafer’i takipte kalmayı ve kendinize iyi bakmayı unutmayın! 😉
“Global GastroEkonomi Zirvesi 2025’teydim” ve “Karaköy’de Bir Gün” ile gastronomi yolculuğuna hız kesmeden devam et!
Cafer Can Yeşilyurt
Kaynaklar